bi bakalım neler değişmiş hayatta...

bi bakalım neler değişmiş hayatta...

4 Eylül 2011 Pazar

Sen Televizyon İzlerken...

''O'na bu mektubu yazdım...!''

Makyaj yaptım: Dudağımda simli, nemlendiricili pembe rujum… Kirpiklerimde %50 hacim veren siyah rimelim! Reklamlardan çıkmış, çantama ulaşmış iki vazgeçilmezim…
Pek işe yarıyorlar ya? İkisinin de pazarlamadaki açıklaması ‘Koca Bir Yalan’. Ve ben de yalanların her türüne kanıp, bayılıp alanım!
Ne saçmalıyorum sence?
Ah pardon… Sen müthiş bir aşk hikayesi izliyorsun şu an! ...Cevap veremezsin. Ne de olsa o da bir tür yalan! İnsan, filmlerin de her türüne kanıp, bayılıp izliyor…
Ya gerçekler?
Gerçek ve doğru olanlar… Yani zavallılar. Her zaman dokuz köyden kovulurlar. Kabul görmezler, öyle yok olup giderler… Yazık!
Buzdolabındaki yerlerimizi aldık yine. Rutin soğuma provaları; nihayetinde donup kalacağız birinde bir gün. Bakalım ne zaman?
Sıkıldım.
İnsan her defasında en geçerli davranışı bulamıyor. Çünkü geçerliliği yitip gidiyor zamanla her şeyin.
Dağınığım.
Cümlelerim, anlamlarım başkasının ellerinde sanki. Toparlayamıyorum. Ve hiç önemsemiyorum. Bir defa da bırakayım, dağınık kalsın değil mi?
‘’Her şeyin bir yeri vardır. Ve zamanla cuk oturur!’’ Bu çok saçma. Hiç böylesine inanmadım ki ben… Dünyadaki her şeyi kendine ait payınla toplarsın bir köşeye. Ve yakından bakarsın hep uzaktan gördüklerine… Bazen insan olur bu, bazen bir inanç, bazen bir davranış şekli, bazen başka bir şehirde yaşama fikri, bazen son bir karar, bazen bir anı… vs. Bitmezler işte böyle…
Peki! Sen nesin bende?
Neresindesin hayatımın?
Bana ait bir pay mısın?
Neremdesin?
Beni tanıyor musun?
Seviyor musun?
Aslında neyim, nasılım sende, biliyor musun?
Mutluluklarım, üzüntülerim, beklediklerim, beklemediklerim, gittiklerim, kaldıklarım, zorladıklarım neler biliyor musun?
Hislerim, güvenlerim, kızgınlıklarım, kızamadıklarım, kin tuttuklarım, tutamadıklarım, unutamadıklarım neler biliyor musun?
Benden ne istiyorsun?
Senden ne istiyorum biliyor musun?
Kısa bir ara: ‘’Turkish Coffee’’ molası…
( Fincan bulamadım (küçük)… ) <hiçbir şey bana ait değil ki bu evde… Resimlerim, bisikletim, bisküvi kutum, iki fincan, biraz çay bardağı ve tabağı, bitkisel grip ilacı, kedi tüyleri ve bir iki şey dışında hiçbir şeyle ilgili bir fikrim yok… Böyle zamanlarda daha iyi fark ediyorum bunu. Çok sinir bozucu bu! >
( Ben de büyük fincan ile yaptım. Tabi yadırgayabilirsin bu durumu ama son iki yılın en trend konusu Nescafe fincanlarında Türk Kahvesi içmek; biliyor muydun? )
( Hapşırdım! ‘Çok yaşa’ bile demedin-Sen de gör! )
Dip Not: Ne güzeldi son iki hafta. Hep gülüyordu yüzlerimiz… Yok yok, biz kesin nazara geldik. Kurşun mu döktürmeliyiz?
Neyse, her neyse gerçekten! Kafamda dünden kalma rakı skandalı. Daha yeni yeni hatırlıyorum dün akşamı. Çok yoğun oluyorum öyle anlarda. Sana bir şey demek ama acaba ne demek gerek diye daralıyorum. Perdelerini kapatıyorsun. Sana pencere ucundan bile bakamıyorum. Bu çok kötü bir şey değil ama beni sebepler usandırıyor. Sen haklı olabilirsin… Ben haklı olabilirim. Mesele her şey olabilir. Öylesine bir konu olur. Bazen kimse haklı olmaz. Bu da sorun değil. Sorun böyle uzlaşmazlıklarda canımızı yakmaktan vazgeçmeyişimiz. Düzgün bir lisanla konuşmayışımız. Saygıyı unutmamız. Aşkı umursamamamız.
Biz çok zor bulduk birbirimizi. Hep engeller vardı önümüzde, arkamızda, yanımızda. Ara ara yan yana olduk ama bu defa da kimliklerimizden korktuk.
Birbirimiz için kaybettiklerimiz oldu. Hayatıma girmek üzere olduğunu anladığım anda çıkardım gözden, seninle tanışmamızı sağlayan çok sevdiğim arkadaşımı…
Bu benim için bir devrimdi!
Oysaki sana dek kimse onlar kadar değerli olmamıştı dış haneden.(Ailem dışında anlamında)
Hiç ummadığım şeylerin ortasında kaldım o yaşımda… Seninle birlikte olmak çok kolay değildi… Sen çok dikkat isteyen bir adamsın. İnsanın seninleyken gözünden hiçbir şey kaçırmaması gerek.(Bu uzun bir konu, bir ara hatırlat da konuşalım.)
Neyse! Sonuç itibariyle o senelerde –ikimizi- başaramadık. Çok ayrı hayatlar, çok ayrı kişiler seçtik, devam ettik yollarımıza. Ama olamadık. Döndük, dolaştık, tilki dükkanına ulaştık!
Emekler, özveriler, değiştirmeler, çözümler, ödünler, kriterler, doğal haller, gerilmeler, yeni tepkiler, gitmeler, gitmemeler falan filan…
Beraber yaşamak için, kalplerimizi hayata taşımak için ikimiz de çok uğraştık. Çünkü biz çok önemliydik. Allah bizi yine birleştirmişti üstelik tüm imkansızlıklara rağmen. Ve hakkını vermemiz gerekliydi. Birçok şeyden uzaklaşacaktık ama birbirimize yakınlaşacaktık…
Çünkü hayat iki kişiliktir.
Bazen aile bile yalan.
İnsan, yanındakiyle yola devam edebilir…
Elinden geleni yaptın, çok teşekkür ederim. Ben de çok uğraştım…
 ‘Her şeyi senin istediğin gibi yaptım’ dedin dün. Bugün ‘kendi alanlarım’ dedin!
Çok zamanımızı evde geçiriyoruz. Fırsatımız olduğunda da beraber dışarda olmayı seviyorum. Çünkü hakkımız bu. Ben de senin dışında dışarıda zaman geçirmiyorum ki. Davetler oluyor, gitmiyorum: Lafını bile etmiyorum… Eskiden olsa giderdim, inan. Çünkü iş bağlantıları gelişirdi. Ama düzenimizi bozar diye çektim elimi ayağımı… (Telefonun ışığı yanıyor demek ki sesi yine kapalı)
Her şeyi sana göre dekore ettim. Madem kararlıyız, madem cesaretimizin zamanları tuttu, geçtim alanlarımdan… Alanlarımız olsun istedim. Şartlarımız el verdiği müddetçe alanlarımızı genişletelim, ikimiz de biriktirelim istedim… O kadar…
Bu iki kişilik bir savaş değildi: Hep söyledim sana…
Bunu niyeti bozan başka her şeye benzetir elbette. Ama niyeti bozunca düzelmiyor ki; kaybediliyor…
Atlıyorum biraz! Ama bu el bugün bir şeyi daha hiç önemsemiyor: Metin düzeni, imla kuralı!
Geçen gün E.A’ nın bir röportajını okudum. Ç. ile ilişkisini anlatıyor. İlk zamanlar Ç’ye hiç güvenmiyormuş, onu yalancı sanıyormuş. Ve ‘’bana hiç güvenmediğini hissediyordum’’ diyor.
Ç. hep onun yanında olmak istiyormuş, E. İse kendini hapishanede hissediyormuş.  Ve itiraz ediyormuş. Zamanla, çevreye göz attıkça anlamış ki doğru kadın ve gerçek sevgi yok. Herkes çıkarlarının peşinde… Halbuki onu çok seven, tüm zamanını onunla geçiren, sevmemesine rağmen sırf sevdiği adam seviyor diye dizinin dibinde oturup onunla maç seyreden bir kadın var hayatında.
Her telefonuna atlaması ona olan güvensizliği değil, gerçekten kıskanç olduğundanmış anlıyor, kavrıyor. Önceleri en çok kavga ettikleri konu telefonmuş ama şimdi biliyor ve diyor ki: ‘Ç. beni çok kıskanıyor çünkü beni seviyor.’’ Artık telefonunun sesi hep açıkmış ve hep yanlarında duruyormuş. Farklı numaraları Ç. açıyormuş. Çünkü iki kişilik yaşamaya karar vermişler. Ve E. her 24 saati onunla yaşamayı istiyormuş.
Dedim ya, niyet ve inanç çok önemli. İnsan kafasında kuruyor içinde olduğu durumu ve bazen kötüye yoruyor. ‘Ya ben!’ diyor…
Evet! Sen veya ben akreplerimizi, yelkovanlarımızı birbirimize kurmalıyız… Hızlanmalıyız… İyi niyetli olmalıyız.
Değilsin veya değilim demiyorum. Ama bir açık bulunca körleşiyoruz, ayrılıyoruz, önemsemiyoruz. Halbuki böyle dünyasal nedenlerle ayrı düşersek değmeyecek hiçbir şeye…
‘Tehdit’ deme buna da lütfen, ‘önlem’ de…
Taşları doğru yerlere koyarken suda sektirmeyelim bizi… Sakinleşelim…(Bu arada Komedi Dükkan’ında bale kıyafeti Sacit’e çok komik olmuş!)
Benim için bir şey yaptığında bunu kullandığımı düşünme lütfen, ben öyle biri değilim ki… ‘Daha ne koparırım bu adamdan’ demem ki; tam tersi ‘beni mutlu etmek için ne kadar çok uğraşıyor’ derim, diyorum da…
Geçen akşam o kedi beni paçamdan tutup duvarın içinde kalan yavrularına götürdüğünde kalakaldım… Seni aramak istiyordum ama ‘hasta, erken yatmak istiyordu’ diye içimden geçiriyordum… Ama çok çaresiz kaldım ve aradım. Koştun geldin. O an sana adamak istedim kendimi. ‘İşte sen aslında busun, kalbin tertemiz’ demek istedim… Ama demedim, gizlice haneme yerleştirdim…
15 gündür kavga etmiyorduk. ‘Hastayım diye mi?’ dedin geçen gün… Hayır! Tabi ki, hayır! Yavaş yavaş çeki düzen veriyoruz kendimize. Yorgun geliyorsun, bana halin kalmıyor. Eskiden kızardım ama artık anlıyorum ve yanına uzanıyorum. Anlatacaklarım veya konuşmak istediğim anlar oluyor (ne zaman olmuyor ki değil mi? ) Ama başın ağrıyor kaç haftadır diye sessiz olmaya çalışıyorum halbuki eskiden olsa alınırdım.
Telefonun ütü masasının üstünde oluyor. Alıp sehpaya koymuyorum. Sesi açık mı, kapalı mı diye kontrol etmiyorum.
Gün içinde işlerin oluyor, az arayabiliyorsun, bir şey demiyorum. Çünkü artık biliyorum veya inanıyorum ki fırsat bulunca arıyorsun. Zamanla oturuyoruz. Çünkü zaman geçtikçe birbirimiz için yaptığımız fedakarlıklar ve özenler gözümüze ve kalbimize yerleşiyor. Ve karşılıklar artıyor.
Her zaman beraberiz ama bazı geceler birlikte uyumak, sabahları birlikte uyanmak benim için hala çok değerli… Buna alışıp sıradan olmasını da istemiyorum…
Her günü sevmeliyiz (Birbirimizle geçen her günü, her geceyi)
...
Geçen akşam sana biraz kırıldım. ‘Nedenini sen zorlayana kadar söylemek istedim’ diyemem doğrusu. Çünkü fazla hisli ve anlamsız gelebilirdi sana. Çok sormaya başladın ve söyledim neye takıldığımı.
Çözüm için iyi bir cümle beklemedim Bu zorla içine konmaz insanın.
Arkamdaydın. Yanına uzanmıştım. Televizyon izliyorduk. Ağlıyordum sessiz sessiz. Zaten artık o kadar kolay ağlıyorum ki eskiden böyle değildim. Çok bozuldu ayakta dimdik duran gururum. Hemen salıyorum kendimi. Lütfen bunu da kaçış olarak algılama. Hislerim çok açığa çıktı. İnceldim galiba. Ya da kabuk değiştiriyorum.
Neyse, ertesi gün de bu maç olay patladı. Fenerbahçe –Ankara Spor karşılaşması bir dünya yaptı kafamızı.
Yanlış bir ifade, ’yalan söylüyorsun, bahane değiştiriyorsun’ oldu; haklısın. Oradan öyle görünüyor. Ama ikimiz için de geçerli olması gereken yer ‘’buradan bakmak olmalı; oradan değil…’’

Geliştirmeliyiz ikimizi de, kendimizi de. Çok şey yaşadık, gördük. İkimiz de bilmeliyiz ki ikimiz de kötü ve çıkarcı değiliz. Mutluluğu, huzuru istiyoruz.’ Evde olurum bu akşam ama sana zul ederim…’’ dedin, kabul ettim…
Bazen kendime inanamamayı çok doğru buluyorum. İnsan nelere göğüs geriyor. Suratını asman, hiç konuşmaman, ben yokmuşum gibi davranman o kadar kırıcı ki: Öyle anlardan çıkılmıyor…
Mutfağa gittim rakı içtim (Sensiz hiç içmemiştim) Ve sarhoş oldum… Çok ağladım. Niye bu kadar büyüdü ki? Küçük şeyleri niye bu kadar kocaman yapıyoruz: Tartışmanın reytingi mi var? (Niye bu iğrenç yarışmayı izliyoruz adamın sesi benden de kötü B.K’i de hiç sevmem)
Sonrası flu… Parça parça hatırlıyorum… Önemsiz… Birbirimizi bu kadar harap etmeye hangi vicdanımız el veriyor acaba. Halbuki kıyamamalıyız ikimiz de bize… Çünkü şanslıyız ki beraberiz…
Kaç tane mutlu çifti bir arada tutuyor ki bu hayat?
(Harika Bir Kız-bugün ne kadar çok gördük bu filmi…)
Geçen gün F. dedik ki ‘’Seni ilk defa birine özveride bulunurken görüyorum ve çok şaşırıyorum.’’
Evet! Hep konuştuğumuz bir konuydu bu. Beni çok eleştirirdi. Seneler sonra ilk kez bu halimle karşı karşıya.
Ve ben bunları duymayı ve hatırlamayı seviyorum. Seni içime sindiriyorum. Çevremdekiler de içine sindiriyor. Bendeki her gelişme onlarda seni yükseltiyor…
Bana inan artık, güven… Lütfen başka anlamlar yükleme olanlara.
Kaç rihterlik depremler atlattık. Bedenlerimiz çatladı ama demirler yerinde hala. Betonlar onarılır da demirler yığılırsa toz duman oluruz. Unutma ne değiştiyse hayatımda hepsi senin için…

-Yaz yaz bitmiyor. Konuşmazsan, dinlemezsen ben de yazarım işte.
-Bana haksızlık yapma (bunu düşün) ben de seni tabi ki.
-O mesaj, geçen sene gönderdiğinin aynısıydı bu sene tekrar gönderdi çünkü ben bir şey yazmadım ve o da geçen seneyi hatırlattı-yemin ederim. (Boşuna kıskanma)
-Duş almak istiyorum.
-Kedilerin kumu ve maması bitti.
-Kavga etmekten çok sıkıldık.
-Maç kaç kaç bitti acaba.
-S. motorunu yıkadı ve kenara çekti diye sana vermedi. Bence bunu unutma çok önemli(arkadaş da bir yere kadar)
-Hayat iki kişilik (daima) bunu düşün.
-Daha çok sürpriz yaparsak belki daha çok sevebiliriz şaşırmayı.
-Ne zaman geçer sinirin ne zaman seversin beni yine?
-Sen bilirsin.
-Sevgim devam.
-Düzenimiz bozulursa gideriz. Acaba gidelim mi demeye çalışıyorsun?
-Sehpanın üstüne koyacağım bu kağıtları, ben banyodayken oku.

Mutlu Son: Göz göze geldik, güldük. Sesli okuduk yazdıklarımı, biraz saçma olmuş… Daha çok güldük… İlahi biz!

İMZA: Afacan(ın)// Seda ÖZAY
Tarih:2007





TEKRAR MERHABA ...